16 Nisan 2011 Cumartesi

ŞEYHÎ

[Kütahya 1371-76? - Kütahya 1431?]

İsmi kaynaklarda bazen Yusuf, bazen de Sinan olarak geçer, tabip oluşu sebebiyle Hekim Sinan diye de anılır. Babasının adı iki eski vakfiyeden anlaşıldığına göre Mecdüddin Ahmed'dir ve şair Germiyan'ın ileri gelen Türkmen ailelerinden birine mensuptur. Fatih ve Bayezid devri bilginlerinden Molla İzârî ve Cemâlî, Şeyhî'nin yeğenleridir, ilk eğitimine o devrin Anadolu'daki önemli kültür merkezlerinden biri olan Kütahya'da başladı ve bu arada şair Ahmedî'den ders gördü. Tezkirelerin bildirdiğine göre yine genç yaşlarında eğitimini ilerletmek üzere İran'a gitti, burada tasavvuf, hikmet ve tıp eğitimi gördü. Sehî'ye göre Seyyid Şerîf-i Cürcânî'yle sınıf arkadaşı oldu. O yıllar İran edebiyatında Kemâl-i Hocendî, Selmân-i Sâvecî ve Hâfız-i Şîrâzî gibi büyük şairlerin yoğun olarak rağbet gördükleri bir devreyi oluşturduğundan, kendisi de bunlardan etkilenerek memleketine döndü. İran dönüşü sırasında Ankara'ya uğrayarak Hacı Bayram Velî'ye intisap eden ve bu yüzden "Şeyhî" lâkabını alan şair, memleketi Germiyan'da bir attar dükkânı açarak tabipliğe başladı. Aynı zamanda Germiyan Beyi Yâkub hakkında kasideler yazarak onun musahibi ve doktoru oldu. Çelebi Sultan Mehmed'in Karaman seferi sırasında (h. 818 / m. 1415) Ankara'da rahatsızlanması üzerine çağrılmış, tedavide başarı göstermesi üzerine kendisine Tokuzlu köyü timar olarak verilmiş ve sultanın hususî tabipliğine tayin edilmiştir. Bu yüzden Şeyhî, Osmanlı kaynaklarında Osmanlı devletinin ilk "reisü'l-etibbâ"sı yani hekimbaşısı olarak gösterilir.
Değişik kaynaklardan edinilen bilgiye göre Şeyhî, Tokuzlu köyüne giderken timarın eski sahiplerince yolu kesilerek tartaklanır ve o da bu durumu Har-nâme adlı manzum bir hikâye ile sultana bildirir. Emîr Süleyman'ın Şeyhî'yi şiir yazmaya teşvik ettiği ve Ahmedî ile karşılıklı şiirler yazmasını istediği rivayet edilmektedir. Latîfî'ye göre Şeyhî bir aralık Seyyid Nesîmî (ölm. h. 807 / m. 1405) ile Bursa'da görüşmüştür. Ancak şairin sürekli bulunduğu çevre Germiyan Beyi II. Yakub'un yanıdır. Sultan II. Murad'ın 1421'de tahta geçişinden sonra Osmanlı sarayı ile olan ilişkileri biraz daha yoğunlaşır. Nitekim Germiyan Beyi Yakub'un h. 831 / m. 1428'de Edirne'de Sultan II. Murad'ı ziyareti sırasında Şeyhî, eski beyinin yanına mihmandar olarak verilmişti. Kaynaklar onun Husrev ü Şîrîn mesnevisini II. Murad'ın emriyle Nizamî'den tercümeye başladığını öne sürerler. Eğer şairin 1000 beyit kadar nazmettikten sonra memleketine döndüğü doğruysa, onun Osmanlı nezdinde uzun bir süre kalmadığı anlaşılmaktadır. Onun Germiyan beyi ve Osmanlı sultanlarından başka Mehmed Paşa adında bir zat ve Anadolu Beylerbeyi Hamza Bey için de birer kasidesi bulunmasından, devlet ileri gelenleri ile temasının bu iki hükümdar ile sınırlı kalmadığını göstermektedir. Şeyhî'nin bundan sonraki hayatı hakkında fazlaca bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak h. 832 / m. 1429 yılında vefat eden Yakub Bey için bir mersiye yazışından onun bu yıllardan sonra vefat ettiği anlaşılmaktadır. Kabri Kütahya'da Yoncalı yolu üzerinde, bir adı da Dumlupınar olan şehre yedi kilometre mesafedeki Çiftepınar köyündedir. 1961 senesinde kendisine eski mimarî üslûpta bir mezar inşa edilmiştir.
Şeyhî'nin en meşhur eseri Husrev ü Şîrîn mesnevisi olup 1421-1429 yıllan arasında Sultan II. Murad adına nazmedilmiştir. Eserin konusu Nizamî'nin aynı isimdeki mesnevisinden alınmakla birlikte şair bu esere tercümesi sırasında önemli ölçüde çıkartma ve eklemelerde bulunmuştur. 6944 beyitlik mesnevide 775 beyitlik bir girişten sonra on bir bölümlük ana hikâyeye yer verilir. Husrev ü Şîrîn beşerî bir aşk hikâyesini konu edinir. Ömrü vefa etmemesi sebebiyle Şeyhî tarafından bitirilemeyen esere yeğeni Cemâlî tarafınan 109 beyitlik bir zeyl yazılmış ve daha sonra Rûmî adlı bir şair tarafından tamamlanmıştır. Yaklaşık 227 manzumeden oluşan Dîvan'ı, Anadolu sahasında gelişen klâsik edebiyatın temel taşlarından birisini oluşturur. Har-nâme'si ise mizahî edebiyatın önde gelen şaheserlerindendir. Bursalı Tâhir bu eserlerden başka Attâr'dan tercüme edilmiş Hâb-nâme ile 1402'de bitirilen Ney-nâme ve tıpla ilgili olarak kaleme alınmış Kenzü'l-menâfî fî Ahvâli'l-emzice ve't-tabâyi' adlı eserlerin de Şeyhî'ye ait olduğunu öne sürmektedir.
Kaynaklar: Faruk Kadri Timurtaş, Şeyhî'nin Hayatı ve Eserleri, istanbul 1968; ayn. mlf., "Şeyhî", /A, c. XI, s. 474-479; ayrı. mlf., Şeyhfnin Husrev ü Şîrîn'i (İnceleme-Metin), İstanbul 1963; Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, c. II, s. 390-392.

Kaynak: Ahmet Atilla Şentürk, Osmanlı Şiiri Antolojisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder