28 Nisan 2017 Cuma

AVNÎ

[Edirne 1432 - Gebze 1481]
Osmanlı Devleti'nin yedinci hükümdarıdır. 1443 senesinde Manisa'ya vali atandı ve yaklaşık bir yıl sonra babasının tahttan çekilmesi üzerine İstanbul'a gelerek çocuk yaşta tahta geçti, fakat iki yıl kadar sonra bazı hadiselerin devlet aleyhine gelişmesi üzerine tahtı tekrar babasına terk etti. Babası Sultan Murad'ın ölümü üzerine yeniden tahta çıktı (1451). Tahta geçtikten üç yıl kadar sonra İstanbul'u fethederek Doğu Roma İmparatorlugu'na son verdi ve devletin başkentini buraya taşıyarak İstanbul'u bir kültür merkezi hâline getirmeye çalıştı. Tahtta bulunduğu yaklaşık 28 yıl içinde 25 sefere katıldı. Fakat en büyük arzusu İstanbul'u Doğu ve Batının en büyük kültür merkezi hâline getirmekti. Bunun için Ka-dı-zâde Rûmî'nin öğrencisi ve Uluğ Beyin rasathanesinde hizmet görmüş büyük matematikçi Ali Kuşçu (ölm. 1474), Hayalî Şemseddin (ölm. 1470), Molla Hüsrev (ölm. 1480) Hoca-zâde Muslihüddin Mustafa (ölm. 1488) Hatib-zâde Muhyiddin Mehmed (ölm. 1495) gibi zamanın en büyük bilginlerini İstanbul'a getirtti. Fetihten yaklaşık on yıl kadar sonra Doğu Roma'nın eski Havâriyyûn Kilisesi'nin ve eski imparator mezarlarının bulunduğu tepe üzerine kendi camiini ve dördü kuzeyde ve diğer dördü güneyde bulunmak üzere Sahn denen sekiz medrese ve tetimmeleri ile camiye bağlı imaret ve hastahanesini yaptırdı. Günümüzdeki Kapalı Çarşı ve Bedesten onun devrinde inşa edilen eski ticaret merkezlerindendir.
Bazı kaynaklar onun hakkında Arapça Farsça ve Rumcadan başka İbranice, Keldanice Yunanca, islavca ve Lâtince bildiğini ileri sürerler. Sarayında Yunanca ve Lâtince bilen iki kâtibe Plutarque'tan tercümeler yaptırıyor ve onlardan eski çağlar tarihine dair dersler alıyordu. Meşhur ressam Gentile Bellini'yi 1479-80'de İstanbul'a getirterek ona resmini yaptırmış yine Veronalı ressam Matteo D'Patsi'yi Venedik Cumhuriyeti'nden İstanbul'a istetmişti. Ptolomaios'un coğrafyaya dair meşhur eserini 1465'te Trabzonlu Gorgios Amirokis ile birlikte incelemiş ve ona kitabı Arapçaya tercümesini emretmişti. Aradan bir yıl geçmeden bu defa 1466'da Filozof İvrokios'a yeniden tercüme ettirip haritalardaki yer adlarını Arap harfleriyle tespit ettirmişti. Bir ara Hristiyan akaidinin incelemekle uğraşmış, İstanbul patriği tayin ettiği Gennadios Scolarios ile bu konularda tartışmalar yapmış ve ondan aldığı bilgileri Karaferye kadısı Molla Ahmed'e tercüme ettirmişti. Bilginleri huzuruna çağırarak onları tartıştırmaktan hoşlanır, bazen onlara halli zor meseleler vererek çözümüne dair risaleler kaleme almalarını isterdi.
Devlet idaresinde bir hayli sert, yeri geldikçe gaddarlık derecesinde asabî, muharebelerde askeri teşvik için gerektiğinde öne atılmayı alışkanlık hâline getiren, son derece ketum ve plancı, verdiği karardan dönmez bir yapı sergileyen hükümdarın şiirlerinden, onun aynı zamanda bir o kadar hassas ruh yapısına sahip güçlü bir şair olduğu anlaşılıyor. Biraz da hükümdarlığın verdiği rahatlıkla olmalı, şiirlerinde:

Bugün mülk ü hazöyin her ne cem'iyyet ki cem' itdûn 
Mey ü mahbûba sarf olmazsa 'Avnî cümle zâui'dür

beytinde olduğu gibi son derece serbest, şuh ve âşıkane bir eda ardında gizli bir dindarlık hâkimdir. Aynı zamanda güçlü din bilgisi, dil ve mantık hâkimiyeti ve şiirde cari olan tasavvuf remizlerini ustalıkla kullanarak:

Ka'be hakkı 'Avnî baş eğmez nemâza yüz yumaz 
Kaşlarun mihrabına secde yeter kıblem bana

gibi sözlerle okuyucusunu dehşete düşürecek ve şiirden anlayanlara sürekli bilmece kabilinden mesajlar gönderecek ifade ve imajlar kullanmaktan hoşlanır.
Kaynaklar: ismail Hakkı uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1975, c. II; Kemal Edip Ünsel, Fâtih'in şiirleri, Ankara 1946; Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, istanbul 1982.

KARAMANLI NİZAMİ

[Konya 1435-40? - Konya ? 1469-73]
Babası Konya'nın tanınmış müderrislerinden Molla Veliyüddin, eğitimini bu şehirde tamamlamış ve camilerde verdiği coşkulu vaazlarıyla tanınmış bir hatip idi. Hem kendi coşan hem de dinleyicilerini coşturan, "hay u huy" ile kürsüden düşecek derecede kendinden geçerek heyecanlı konuşmalar yaptığı rivayet edilen bu zat, Nizamînin ilk hocası olmuştur. O devrin en önde gelen ilim merkezlerinden olan Konya gibi bir şehirde ve böyle bir aile çevresinde yaşamasından Nizamînin ilk yıllarından itibaren iyi bir eğitim aldığını tahmin etmek yanlış olmaz. Fakat babasının bu eğitimi yeterli görmeyerek onu çok genç yaşlarda İran'a gönderdiği ve Sehî Bey'in ifadesiyle oradan "temâm-i mû'râd üzre tekmîl-i 'ulûm idüp her fende mahir ve her 'ilmde kadir" olarak döndüğü bilinmektedir. Bu ilimlerin ne gibi konular üzerinde yoğunlaştığı ve eğitim süresinin ne kadar olduğu bilinmemektedir. Fakat Karamanoğlu İbrahim Bey'in (ö. h. 868 / m. 1464) hayatta olduğu sıralarda Konya'ya döndüğü bu beye sunduğu bir kasidesinden anlaşılmaktadır. Kardeşlerini yenerek Karaman beyi olan Pîr Ahmed Bey'e bir "cülusiye" ve ardından kasideler sunarak bu sayede belki hayatının en parlak günlerini yaşadı.
Pîr Ahmed'in bir ara Uzun Hasan'a yenilerek Fatih'e sığınması ve ardından onun yardımıyla kardeşi İshak Bey'i yenerek h. 870 / m. 1465 yılında tekrar beyliğin başına geçmesi üzerine Nizamî ona yeniden ve ikinci bir cülusiye denebilecek bir kaside daha sundu. Öyle anlaşılıyor ki bu bey Nizamîyi bir hayli himaye etmiş ve bir sanatkâr olarak desteklemiştir. Fatih'in Karaman Beyliği'ne son vermesinden (h. 872 / m. 1467) sonra Nizamînin Pîr Ahmed Bey'in kardeşi Kasım Bey'e de bir kaside sunduğu biliniyor. Bu kasidenin kime sunulduğu divanından açıkça anlaşılmamakla birlikte Kasım Bey adı Eğirdirli Hacı Kemâl'in Cdmi'û'n-nezâir'indeki bir kayıttan çıkarılmaktadır. Görüldüğü gibi bir hayli karışık ve zor devirlerde yaşayan Nizamî, beyliğin Osmanlılara geçmesinden sonra ve özellikle Fatih'in önde gelen esnaf ve sanatkârları İstanbul'a getirtmesi ve Rum Mehmed Paşa'nın bir rivayete göre rüşvet alarak bunların bir kısmını gönderip bir kısmını göndermemesi ve bunun padişah tarafından öğrenilmesi ile çadırı başına yıkılarak azledilmesi gibi karışıklıklar arasında nasıl oldu bilinmez, bu zoraki yolculuğa katılıp İstanbul'a gelmedi.
Latîfînin bildirdiğine göre Sadrazam Mahmud Paşa tarafından padişaha "Hûb tabi'at-i nazmiyyesi ve şi'rden fazla nice ma'rifet-i zâ'idesi vardur... Ahmed Paşa'dan yegdür." diye övülerek tanıtıldı. Böyle bir ifadenin padişaha karşı ancak Ahmed Paşa'nın gözden düşmesinden sonra sarf edilebileceği açıktır. Bilgin ve sanatkârları sürekli İstanbul'a toplamaya çalışan, onları devamlı yanında bulundurup tartışmaktan hoşlanan padişah onun hakkındaki övgüleri duyunca derhâl İstanbul'a çağırdı. Nizamî gerek şiirdeki ustalığını göstermek, gerekse Ahmed Paşa ile bir kıyaslama ölçüsü oluşturmak üzere paşanın "Kasr", "La'l" ve "Güneş" kasidelerine ve bazı gazellerine Fatih'e övgü olmak üzere nazireler ve bir de "Nergis" kasidesi yazarak padişaha gönderdi veya bunları beraberine alarak yola çıktı. Bunlardan sadece Fatih'i methettiği "Kasr" kasidesi elimizdedir. Şairin İstanbul'a gelmek ve Fatih'in huzuruna çıkmak için bütün hazırlıklarını bitirdikten sonra yola çıktığı ve yolda hastalanarak vefat ettiği Sehî Tezkiresi hariç bütün kaynaklarca tekrar edilerek bildirilmektedir. Sehî Bey İran'da tahsilini tamamlayıp Konya'ya döndükten sonra "Bakî ömrini anda geçürüp âhirete nakl eyledi" diyerek Konya'da öldüğünü bildirmektedir. Ölüm tarihi bilinmemekle birlikte o sırada babasının sağ olduğu ve onun da 1473'te öldüğü bilinmesine nazaran Nizamînin Kasım Bey'e kaside sunduğu 1469 tarihi ile bu tarih arasında vefat ettiği söylenebilir. Kaynakların çok yakışıklı bir genç olarak tarif ettikleri Nizamî zamanı şairleri arasında gerçekten ustaca yazılmış eserlere sahip olduğu ve yeri geldikçe keskin hicivciliği eserlerindeki örneklerden anlaşılmaktadır.
Kaynaklar: Halûk İpekten, Karamanlı Nizamî Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanı, Ankara 1974.

Kaynak: Ahmet Atilla Şentürk, Osmanlı Şiiri Antolojisi